1 Nisan 2020 Çarşamba

Gülümse çünkü gidiyorlar

O en büyük kırılmaların içinde bir suskunluğun daha sonuna geldik. Hep terk edilmiştim tam da en savunmasız olduğum anlarda tam da sevdiğim anlarda terk edilmiştim. Bu gidişlerin bir anlamı olmalı mıydı? Yoksa sadece gidiyorlar mıydı? Binlerce kez hatta belki yüz binlerce kez kal demiştim. Her gün uyandığımda kal demeyeceğim diyordum ama yüreğim dinlemiyordu işte. Yine kal diyordum, yine kalmasını istiyordum. Hep gidiyorlardı. Hiç kalmıyorlardı. Tam kendi başıma alıştığım zamanda, yalnızlığıma alıştığım zamanda giriyorlardı hayatıma. Başımın çaresine bakmayı öğrendiğim zaman... Mesela patlayan ampülleri kendim değiştiriyordum, duvarlara çivileri kendim takıyordum ve evet yapabilirim diyordum. Tam o anda geliyorlardı, ittikçe, itildikçe daha da çok üstüme geliyorlardı. Bir şans... Değer miydi sahiden şans vermeye... Değerdi diyordum, belki bu sefer farklı olurdu... Tabiki sessizce, bir elveda bile demeden gidiyorlardı. Bir suskunluğun daha sonuna geldik. Sahiden kimse düşünmüyordu, sahiden kimse umursamıyordu. Sevdik mi? Sevildik mi? Bunlar bile havada kalan sorulardı. Cevaplayamadığım, cevaplayamacağım sorularla, duvarlarla en yeni baştan kendimle kalıyordum. Zaten hep kendimle kalıyordum da işte hayat...Kızmak istiyorum mesela, niye geldin ki demek istiyorum, ben itmiş olmama rağmen, ben kaçmış olmama rağmen. Sonra kızamıyorum; sende yüreğini açtın diyorum. Sonuçta bu suskunluğu da tek taraflı oluşturmadın değil mi? Yine sonuna geldik. Hep sonuna geliyordu. Bir kere yeni bir kapak açılsa, içinden bir çiçek düşse ve üzerinde şöyle bir not yazsa gülümse. Olmuyordu işte, hep susuyorduk, hep gidiyorlardı.